|
|
|
|
YÜREKLERİMİZDEN KOPUP GELENLER - EDEBİYAT
|
|


oLsun
Seviyorum diyebilecek kadar cesaretimiz olsun.
Bahar kadar renkli, güz kadar sade hayatımız…
Kalbimize sığdıramayacağımız kadar şefkatimiz,
Yüreğimizde saklanamayacak kadar çok gözyaşımız olsun.
Hayatımıza kattığımız gürültüler kadar sessizliğimiz,
Sessizliğimizde anlam bulan düşüncelerimiz kadar sesimiz,
Sıkıntılarımızı hayra yoracak sıkı dostluklarımız,
Karamsarlığımızı huzura dönüştürecek içten dualarımız olsun.
Yusuf kadar iffetli nefislerimiz,
Yakup kadar sabırlı bekleyişlerimiz,
Meryem kadar masum duruşlarımız,
Muhammed’i (s.a.s) temsil edecek kadar samimi inancımız olsun.
Hayat kadar düşünülen ölümümüz,
Ölüm kadar anlamlaştırılan hayatımız,
Sonsuzluğa yelken açmış kederlerimiz kadar tebessümlerimiz,
Umutsuzluklarımız kadar umudumuz olsun.
Kudüs kadar direnen,
Bağdat kadar kuşatılan,
İstanbul kadar sevilen,
Medine kadar özlenen,
Mekke kadar fethe layık,
Hira kadar sessiz ve vefalı,
Cudi kadar yaslı ve üzgün,
Vazgeçmeyen, yılmayan kalbimiz olsun.
Bahar kadar rengimiz,
Yaz kadar sıcaklığımız,
Güz kadar hüznümüz,
Kış kadar kaygılarımız olsun.
Hırslarımız kadar sorumluluğumuz,
Özlemlerimiz kadar bekleyişlerimiz,
Unuttuklarımız kadar hatırladıklarımız,
Umduklarımız kadar bulduklarımız olsun.
Rütbelerimizden daha çok adamlığımız,
Kibrimizden daha çok mütevazılığımız,
Kötülüğümüzden daha çok iyiliğimiz,
Karanlığımızdan daha çok aydınlığımız olsun...
NurDal DuRmuş

(I)
Umutlarına tutun.
Gözlerin, Yakup sabrıyla seyreylediği bir direnişle karşılasın sıkıntılarını.
Kalbin, kuyularda ümidini diri tutan Yusuf’un çaresizliğiyle beklesin kurtuluşunu.
Düşüncelerin, iffetine suskunluk yeminleri etmiş Meryem kadar sessiz anlatsın masumluğunu.
Özlemlerin, Medine’de Muhammed’in(s.a.v) gelişini bekleyen insanların coşkusuyla karşılasın vuslatını.
(II)
Düşüncelerine tutun.
Kendi vicdanının yargıcı, kendi günahının tövbekarı ol.
Kendi acısının sabredeni, kendi sıkıntısının ilacı, kendi dertlerinin dermanı ol.
Kendi yalnızlığının dostu, kendi cümlelerinin anlamı, Kendi sessizliğinin sesi ol.
(III)
Kalbine tutun.
Hayatın sana bırakılan sokaklarına, karmaşık duygularını kapıların arkasına kilitleyerek çık.
Bütün yürüyüşlerin, bütün yolların sonu kendinde bitsin.
En çok da kendine özlem duy.
Aynada gördüğün yüzün, kalbindeki senden başkası olmaması için özlemlerine tutun.
Yol uzun, vakit kısa.
Zamanın hayat törpüleyen basamaklarından,
ömrümün son durağına esenlikle gitmek istiyorsan, en çok kendini özle.
En çok kalbine, kendine tutun.
Çünkü;
Hayat bilmeli ki aslolan, Muhammed’in (s.a.s) Hira’dan hayatın merkezine indirdiği cümlelerin oluşturduğu yankıdır.
Hayat bilmeli ki aslolan, ölümün gözlerine yaşarken bakabilmektir.
Hayat bilmeli ki aslolan, kalbinin gerçek sahibine sımsıkı tutunmaktır.
Nurdal Durmuş

- - -ULAŞILMAZLARA SEVDALANMAK...- - - -
Ulaşılmazlara sevdalandım ben.... Yıldızlara...Yıldızlara ışığını veren güneşe....O güneşe ışığını verene.....Ne hayallerim vardı benim....Mutluluktan uçtuğum,heyecana kapıldığım....Meğer ben ne ulaşılmaz hayaller kurmuşum.....
Gönlümde o yıldızlardan,onlara ışığını veren güneşten,güneşe ışığını verenden başkası olmayacaktı hani....hani gözlerime haram değmeyecekti......
Hani benim tek derdim ötelere uzanmak olacaktı....Musab bin Umeyr misali ilim aşkıyla yanacaktım, tek derdim onun rızası için öğrenmek ve öğretmek olacaktı....başaramadım....... .
Hani Ebû Eyyub el Ensâri misali başka diyarlara gidecektim....Tek derdim oradaki insanlar olacaktı....o insanların dertleriyle dertlenip,halleriyle hallenecektim....hani gittiğim o topraklarda kalacaktım....mezarım o topraklarda kalacaktı....kalamadım...
Hani Hz Sümeyye misali olacaktım....Hiç bir şey beni davamdan ayıramayacaktı....öldürülesiye mücadele edecektim....ama yapamadım...pes ettim.....
Hani bir hayalim vardı o Mübarek topraklara doğru uzanmak , o kutlu insanları orada yaşayabilmek...Efendimizin yürüdüğü o yollarda yürüyebilmek....hani sadece beden olarak değil manen olarakta gidenlerden olacaktım....hani dünya namına hiçbirşey olmayacaktı aklımda....yapamadım...o mübarek topraklara gittim ama manen ulaşamadım....manen yaşayamadım oraları....
Rabbim hani sana layık bir kul olacaktım....Başımı her secdeye koyduğumda o anın lezzetini taa yüreğimde hissedecektim...Hani Senin aşkınla yanıp kavrulacaktım....
Halbuki...............
Halbuki Rabbim Sen bana şah damarımdan daha yakınsın,halbuki Rabbim Sen bana öyle yollar açmıştın ki....ama ben Sana gelen o yollarda takılıp kaldım....Sana gelen o yollarada nefsime uydum....Sana gelen yollarımı kendi ellerimle bozdum...SANA ULAŞAMADIM...SANA ULAŞAMIYORUM...
Aramıza girmek isteyenlere engel olamıyorum......
Ama ben umutluyum Rabbim...Çünkü inanıyorum ki ben Senin izninle sana geleceğim...Çünkü ben biliyorum ki ben Seni unutsamda Sen beni unutmazsın....Çünkü biliyorum ki her düştüğümde beni yine kaldıran sendin....her şaşırdığımda bana yeni kapılar açan sendin.....
Rabbim Sen bu dünya namına ulaşamadığım ama mahşer anında ulaştığım olacaksın....Çünkü inanıyorum ki Sen beni mahşer anında adaletinle değil rahmetinle yargılayacaksın.....yaşadıklar ımla değil hayallerimde kurduğum dünyam ile yargılayacaksın.....hayallerim de yaşadığım yıldızlarla yargılayacaksın....Çünkü Efendimiz diyor ya '' İnsan Sevdiğiyle Beraberdir'' ..... İşte Rabbim ben seni sevdim,Habibini sevdim,Habibinin Ashabını sevdim......
Rabbim ne olur beni bağışla,ne olur beni Sana ulaştır,Ne olur beni senin ve Habibinin Aşkı ile yandır......
Nurdal Durmuş
Kimseler anlamasın beni!
"Züleyha'nın zindanında "Yusuf" anlasın,
"Leyla'nın çöllerinde "Mecnun" anlasın,
"Şirin'in dağlarında "Ferhat" anlasın,
"Aslı'nın yüreğinde "Kerem" anlasın,
Sen anla…
Aşk ayrılığa düştüğünden beri kazanılmış sınavları görmeyen benliğimiz, kaybolmuş aşkların izinde sarsıntılı yürüyüşler yapıyor. Pencerelere perdeleri çekerek sokakları yalnızlaştıran insan, aşk adını verdiği kendi yalnızlığının derin kuyularında uzanacak elleri bekleyen çaresizliğe teslim olurken, içeride soluduğu hava, kendini esir ettiği dört duvar ve masasının üzerinde su vermeye bile gerek duymayacağı naylondan suni çiçeklerle günbegün solgunlaşıp, baharlarda kendine gülümseyen papatyalardan da mahrum kalıyor. Her yitirilen sevdanın ardında derinleşen boşluk girdabında acı çeken masum duygular, yeni bir günü aydınlatacak kızıl bir güneşin getireceği yeni müjdelerinde olmadığını düşünüyor. Arabesk fanteziler üzerine acılı hayatlar kurgulayan gençlik, çözüm bulmak yerine sorunlarını daha da kalabalıklaştırıyor. Hemde; mutsuzlaştıkça, mutlu olduğunu zannederek büyük bir yanılgı bataklığına saplanıyor.
Aşk yitik, yitirilen benlik, acı çekense hep hayat oluyor…
Oysa ben, “aşkı seslerden bir ses değil, bütün sesleri susturan bir çığlık yapmak için arıyorum. Onu bulana kadar bu kalabalık sokaklarda payıma sessizliğin düştüğüne inanıyorum.
Sende inan…
…
Beni kimseler anlamasın!
Gözyaşlarını yüreğinde biriktiren "hüzün" anlasın,
Yaprakları sararmış "hazan" anlasın,
Karanlıkları örten "güneş" anlasın,
Güneşe örtü olan "gece" anlasın,
Sen anla…
Çölleşen ruhumun bağrından fışkırıp avuçlarımda biriken masum damlacıklarım. Ey benliğimi kirlerinden arındıran bengisu pınarlarım. “Göz yaşlarım...
Sizi, bana en iyi ne anlatır?. Yazdığım şiirlere, sığındığım cümlelere, yaşadığım sokaklara yabancılaşan aynadaki yüzümmü?. Bütün beklentilerimin içinde yer edinen sınırsız korkularım ve sonsuz ümidim mi?. Kayıp adreslerde sahiplerini bulamadan geriye dönen pulsuz mektuplarımmı?. Nisanı ve kırkikindi yağmurlarını bekleyen susuz kalmış hazanım mı?. Güneşe, gökkuşağının el değmemiş dallarından rengarenk elbiseler giydiren vakitsiz bulutlarım mı?. Hiçbir zaman acımı hissettiremediğim veda sözcüklerimi?. Geceyi derin uykusundan aniden uyandıran ölüm suskunluğumu?. Ölümün hep unutulduğu bir yaşama uğraşımı?.
Ey vakitsiz sıkıntılarıma derman olan göz pınarlarım... Sahi, rahatlatırmısınız?. Yaşama hüzünden ve gamdan yeni kalelermi kurarsınız?. Vedasız kanatlanan, ölümün kıyılarına habersiz düşen bir martının dalgalara bıraktığı matemlerden habersiz misiniz?. Sessizmisiniz?. Mavimisiniz? …
…
Beni kimseler anlamasın!
Bembeyaz düşlerine karalar düşen "Kudüslü çocuklar" anlasın,
Sessizliğin içinde saklı "sesler" anlasın,
Acılarla ağırlaşan "hayat" anlasın,
Yenilgilere alışmış "kalbim" anlasın,
Sen anla…
Sevgili Filistin.
Bulvarlarında saklambaç oynayan Kudüs'lü çocuklar hayatlarının baharında unutmaları gereken ne çok şey biriktirdiler. Ölüme yabancılaşanlar tarafından ne çok sobelenip zamansız ölümlerin hüznüyle ağladılar. Yıldızları vurulan gecelerin karanlık yalnızlığında ne kadar da çok korktular.
Sevgili Filistin. Ölümü, haber merkezlerinin acılara maya olmuş coğrafyalardan verdiği küçücük cümlelerden arındırıp sokaklarında umut kovalayan Kudüslü çocukların ellerine tutuşturmak, minicik avuçlarından fırlattıkları her ölümün yeni bir hayatın başlangıcı olmasını isterim. Çünkü artık "vurdumduymazlık bizleri terk etmeli".
Çünkü artık "hüzün seni, sen hüznü terk etmelisin".
Çünkü artık "Kudüslü çocuklar mızıkçılar tarafından sobelenmemeli".
Çünkü artık "mescidi aksanın avlusunda bayramın geldiğini müjdeleyen tekbirler yükselmeli".
Çünkü artık "her gün ölmemeli, her gün gülmelisin". …
Beni kimseler anlamasın!.
Martılara hasret "deniz" anlasın,
Baharına hasret "çiçek" anlasın,
Ölümüne hasret "hayat" anlasın,
Sen anla.
Ey rabbim.
Gözyaşlarımda umutlarımı büyüten kalbimin tek sahibi. "Aklımı koru.
Istıraplarımızı hafiflet,
Ellerimizden tut.
Düşüncelerimizi anlamlı kıl.
Bayramı Kudüslü çocukların tebessümlerine serpiştir"
Söylenecek hiçbir şeyin yoksa, susmaya ne dersin?
Söyleyecek sözü olanları dinlemeye, anlamaya ne dersin?
Kitap sayfalarının arasında dolaşmaya...
Kâinatı okumaya...
Suratını okşayan rüzgârı, saçlarını ıslatan yağmur damlasını, ayaklarındaki kum tanelerini hissetmeye...
Güneşin batışını, hayata dair anlatacakları olan bir filmi, yıldızları, uzaklaşan bir gemiyi izlemeye...
Hastanedeki hastaları, cezaevlerindeki mahkûmları, kabristandaki mezar taşlarını görmeye...
Yollardaki bir taşı, bir düşeni, bir kendini kaybedeni kaldırmaya ne dersin?
Biraz düşünmeye, geçmişe, geleceğe gitmeye...
Sorular sormaya, hayata, kendine, dünyaya dair...
Kafa yormaya, hep ertelediğin konularda...
Bir cevap bulmaya, bir cevap veren bulmaya; içinden çıkamadığın problemlere dair...
Söyleyecek hiçbir şeyin yoksa, söyleyecek bir şeyi olanlardan bir şeyler öğrenmeye ne dersin?
Bugüne kadar söylenmiş sözlerin üzerinde durmaya; kiminin altını kırmızı, kiminin mavi, kiminin siyah kalemle çizmeye; kiminin üstünü çizmeye, kimine bir harf, bir kelime, bir ünlem eklemeye ne dersin?
Yeni bir şey söylemeyeceksen, daha önce söylenmiş sözleri bu kadar yüksek sesle, bu kadar kendi keşfinmiş gibi bağıra bağıra söylememeye ne dersin?
Kendini biraz hesaba çekmeye, cevaplarının doğruluğunu kontrol etmeye, hatalarını kabul etmeye...
Biraz bozmaya ezberlerini...
Biraz değiştirmeye kurduğun cümleleri...
Teslim bayrağını çekmeye...
Yeni şeyler öğrenmeye...
Yeni şeyler söylemek için susmaya...
Ama susarken de içine hiçbir ima katmadan, sadece susmaya...
Bir şey biliyormuş gibi değil.
Kâle almıyormuş gibi değil.
Kendini ağırdan satıyormuş gibi de değil.
Gümüş olan söze tercih edilesi bir altın değerinde olduğundan hiç değil...
Daha yolun başındaymış, daha öğrenecek çok şeyi varmış, söyleyecek hiç ama hiçbir şeyi yokmuş gibi susmaya...
Bir "Konuşursam yer yerinden oynar havasında" değil.
"Fırtına öncesi sessizlik" gibi de değil.
Sesini akort ediyormuş gibi hiç değil.
Söyleyecek sözü olmayan herhangi bir insan gibi...
Susmaya ne dersin? (...)

|
Bugün 10 ziyaretçi kardeşimiz ile umuda kapı araladık
|
|
"Kalpler ancak Allah'ı anmakla mutmain olur."
(rad 28) |
|