|
|
|
|
YÜREKLERİMİZDEN KOPUP GELENLER - HADİSLER1
|
|
ALLAH'TAN BAŞKASININ ADINA YEMİN
İbn-i Ömer (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre Rasullah (s.a.s):
«Yemin etmek isteyen kimse Allah'ın (ismine yahud sıfatından bir sıfatına) yemin etsin yahud sussun (da asla yemin etmesin)» buyurmuştur. (Buhari)
Abdullah b. Ömer (r.a)'den, Rasulullah (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet olunmuştur:
«Ashabım! iyi biliniz ki, her kim yemin etmek zorunda kalırsa, Allah adına yemin etsin. Başka bir şeye yemin etmesin.»
Kureyş babaları üstüne yemin ederdi de Rasulullah (s.a.s) onlara: «Babalarınız üstüne yemin etmeyiniz» buyurdu. (Buhari)
HADİSLERDEN NE İSTİFADE EDERİZ
Yemin; adıyla yemin edilen varlığın büyüklüğüne dayanarak, yapılan bir fiilin ya da söylenen bir sözün doğruluğunu desteklemek için kullanılan terimdir, islam dini, Allah'tan başka herhangi bir varlığın adına yemin etmeyi kesinlikle yasaklamıştır. Nitekim Allah (c.c), amelleri sınıflarken, bu çirkin fiili büyük haramlardan daha büyük olan, küçük şirkin kapsamına koymuştur. Bunu işleyen kişi islam milletinden çıkmış sayılmaz. Fakat işlediği haram gerçekten çok büyüktür. Günümüzde de Allah'tan başkasının adına yemin etme fiili çok yayılmış bir halde, hatta bunda öyle ileri gidenler oluyor ki insanlar «ekmeğe yemin ederim», «nimete yemin ederim» gibi sözler sarfederek, yalan söylemeleri halinde bu yaratılmışların kendilerine zarar verebileceğine inanıyorlar. Böyle bir inançla yapılan yemin, sadece küçük şirk olmaktan çıkar, islam milletinden çıkaran büyük şirkin kapsamına girer. Çünkü burada herhangi bir mahlukun, Allah’ın izni olmaksızın kişiye zarar veya fayda verebileceğine dair bir inanç söz konusudur. Oysa islam inancında zarar ve fayda ancak Allah'tandır.
MÜ'MİNLER İNKAR ETMEDİKCE KAFİRLER ONLARDAN RAZI OLMAZLAR
Habbab b. Eret (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir:
«Cahiliyyet devrinde kılıç ustasıydım. Benim As b. Vail'den bir alacağım vardı da, bir gün bunu almaya gittim. Bu herif bana:
«Sen Muhammed'e küfretmedikçe sana borcunu vermem» dedi. Ben de:
«Muhammed'e (s.a.s)'e Allah senin canını alıp diriltmedikçe küfretmem» diye karşılık verdim. Bu defa da herif:
«Öyle ise ölüp dirildikten sonra bana mal ve oğul-kız verilinceye kadar beni bırak da sana borcumu orada vereyim» diye cevap verdi. Bundan sonra:
«Şu küfredip de: «Bana elbette mal, kız, oğul verilir» diyen adamı gördün ya! Bu gaybe baktı mı? Yoksa Rahman yanından bir söz mü almıştır?» (Meryem: 79) ayeti nazil oldu.»
(Buhari-Müslim)
HADİSTEN NE İSTİFADE EDERİZ
1 - Habbab b. Eret (r.a)'nün As b. Vail'e: «Muhammed'e Allah senin canını alıp sonra diriltmedikçe küfretmem» demesi onunla alay etmek içindir. Bundan Habbab'ın gerçekten kıyamet gününde Rasulullah'a küfretmek istediği anlaşılmaz. Zira o gün, kimse inkar edemeyecek. Hatta kafirler bile iman edecekler. Fakat imanları fayda vermeyecektir.
2 - Herhangi bir konuda, sapık da olsa bir fikir beyan eden kimseye, delilini sorarak onun haksızlığını isbat etmek Kur'an'dan kaynaklanan bir metoddur.
İHLAS SURESİ VE TEVHİD
Ebu Said Hudri (r.a)'den rivayet olunduğuna göre bir kişi, öbür kişinin bütün gece tekrarlayarak: «Kulhüvallahu ehad» suresini okuduğunu işitir. Sabah olunca Rasulullah (s.a.s)'e gider. Ve bütün gece ihlas okunmasını azımsıyarak Rasulullah'a söyler. Rasulullah cevaben:
«Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki bu sureyi okumak bütün Kur'an'ın üçte birine bedeldir» buyurdu." (Buhari-Müslim)
HADİSTEN NE İSTİFADE EDERİZ
- İhlas suresinin, Kur'an'da önemli bir hususiyeti vardır. Zira bu surenin manasını inceleyen herkes görecektir ki, ihlas suresi dinin temeli olan tevhid akidesinin tam bir ifadesidir. Bu sureyi, manasını idrak ederek okuyan kimse, Allah'ı yüceltmiş ve O'nu bütün noksan sıfatlardan ve mahlukata benzemekten tenzih ve takdis etmiş olur. Yine, bu kimse manen «Allah'ın ortağı, dengi, benzeri, çocuğu, babası, arkadaşı, yardımcısı veya O'na birşey hatırlatacak herhangi biri mevcut değidir ve O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bilakis bütün yarattıkları O'na muhtaçtır» demiştir. Bu yüzden İhlas suresini, manasını bilerek ve hissederek okuyan, aslen tevhid inancını ve Allah'ın sıfatlarını anlatan Kur'an'ın üçte birini okumuş gibi olur.
ÜMİT VE KORKU
Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu işittim:
«Allah'ın rahmet deryasındaki bunca genişliği kafirler bilseydi, cennetten ümitlerini kesmezlerdi. Eğer mü'minler de AIlah'ın azabını bilselerdi, cehennem azabından emin olmazlardı.» (Buhari-Müslim)
HADİSTEN NE İSTİFADE EDERİZ
-Allah (c.c), mü'minlerin ümit ve korku arasında bir durumda bulunmalarını emretmiştir. Allah'tan hakkıyla korkan bir kişinin, O'nun rahmetinden ümit kesmesi asla düşünülemez. Allah'ın azabından emin olmak da aynen böyledir. Peki, nedir korku ve ümit arası bulunmak? Mü'min kulun bu duygusu sağlamasının yegane yolu işlediği hata ve haramlar nedeniyle Allah'tan korkması ve Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınması karşılığında da Allah'ın rahmetini ümit etmesidir.
İnsanı Allah'ın rahmetinden ümit kesmeye sevkeden iki neden vardır:
a) İnsan, nefsine uyarak, Allah'ın haram kıldığı amelleri işlemesi ve yaptığı haramlarda ısrar etmesi sonucu, içinde bulunduğu halden dolayı Allah'ın kendisini affetmeyeceğini düşünerek, O'nun rahmetinden ümit kesebilir. Hatta haram işlemeye devam ederek, artık Allah'ın kendisini affetmeyeceği düşüncesini kafasında sabitleştirir. Zaten şeytanın istediği de budur. Bu durumdaki kişilerin hidayetleri ya da haramları terketmeleri her geçen an zorlaşır.
b) Kişi işlediği haramdan dolayı aşırı korkarak Allah'ın af ve merhametinin ne kadar geniş olduğunu bilmemesi veya unutması sonucu, Allah'ın rahmetinden ümit kesebilir. «Benim işlediğim haram o kadar büyüktür ki tevbe etsem bile Allah (c.c) beni affetmez» diye düşünebilir. Onu bu derin ümitsizliğe sevkeden yegane faktör cahil oluşu ve Rabbini iyice tanımamasıdır. Eğer Rahim ve Rahman olan Allah'ı iyice tanımış olsaydı, tembellik yapmaz ve Allah'a yaklaşmak için işleyeceği en küçük amelin bile, O'nun katında karşılıksız kalmayacağını bilir, O'nun rızasını kazanmak için bütün gücüyle çalışırdı.
İnsanı Allah'ın azabından emin olmaya sevk eden sebepler de ikidir:
a) Allah'ın kulları üzerindeki hakkını, kulların da Rablerine karşı olan görevlerini ve İslam dinini öğrenmek için bir çaba göstermeyip dini meseleleri hafife almak, insanın Allah'ın emirlerini terkine ve yasakladıklarını işlemesine neden olur. Allah korkusu azala azala nihayet kalbte korkunun bitmesiyle iman da kalmaz. Çünkü iman kişiyi; Allah'tan ve O'nun dünya ve ahirette vereceği azabtan korkmaya sevk eden yegane faktördür.
b) Cahil fakat çok ibadet eden bir kişi sonunda şeytanın vesveselerine aldanıp yaptığı ibadetleri çok görerek: «Ben Allah'a yaklaşmak için diğer insanlardan daha çok ibadet ediyorum. Allah (c.c) bana muhakkak ki azab etmez. Çünkü yaptığım ibadetlerden dolayı Allah katında yüksek bir derecem var>> diye düşünmeye başlar. Ve bu düşünce kalbindeki Allah korkusunu yavaş yavaş azaltır. Nihayet Allah'ın azabından emin olur ve derin bir sapıklığa sapar.
KAHİNLER VE GAYB BİLGİSİ
Aişe (r.a)'dan Rasulullah (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Melekler anane -ki bir buluttur- inerler de gökte kaza ve hükmolunan bazı şeyleri görüşürler. Bu sırada şeytanlar kulak hırsızlığı yaparlar. İşittiklerini de kahinlere gizlice ulaştırırlar. Bu haberlerle beraber yüz yalan da kendiliklerinden uydururlar.» (Buhari)
HADİSTEN NE İSTİFADE EDERİZ
1 - Allah, ileride olacak bazı olayları, görevli meleklere bildirir. Onlar da bu haberleri birbirlerine aktarırlar. İşte bu esnada cinler, Allah'ın kendilerine verdiği bazı özel güçlerle, bu haberlerden bazılarını duyarlar ve bunları kahin ve sihirbaz dostlarına aktarmak isterler. Allah da onları göktaşlarıyla kovalar. Bazıları ölür, bazıları da kurtulur ve çaldıkları haberleri dostlarına ulaştırırlar. Onlar da bu ger-çeklere kendilerinden birçok yalan katıp bunu insanlara aktarırlar. Bu söylediklerinden bazıları doğru çıkınca halk onların gaybı bildiklerini zanneder. Oysa, bu haberler, Allah'ın meleklere bildirmesiyle zaten gayb olmaktan çıkmıştır.
2 - Kahinler ve sihirbazlara gidip onların söylediklerini tasdik etmek ve inanmak büyük şirklerdendir, insanı islam'dan çıkarır.
KADER
Abdullah b. Mes'ud (r.a)'den rivayete göre demiştir ki:
«Rasulullah (s.a.s) bana haber verdi -o kendi doğru söyler, kendisine de doğru bildirilir- buyurdu ki:
«Sizin birinizin yaratılışının başında ana ve baba maddeleri kırk gün annenin karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar bir zaman içinde katı bir kan pıhtısı halini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde mudga (bir çiğnem ete) dönüşür. Allah bir melek gönderir. Oluşan mudgaya şu dört kelimeyi yazması emrolunur ki: «Onun işini, rızkını, eceleni, cennetlik veya cehennemlik olduğunu yaz!» denilir. Sonra ona ruh üflenir.
Şimdi sizden bir kişi iyi işler işler de kendisiyle cennet arasıda yalnız bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada yazı gelir o kişiyi önler. Bu defa o, cehennemliklerin amelini işler. Diğeri de cehennemliklerin amelini işler ve hatta kendisiyle cehennem arasıda bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada yazı onu geçer. Bu defa o kişi cennet ehlinin işini işler.» (Buhari-Müslim)
HADİSTEN NE İSTİFADE EDERİZ
1 - Allah (c.c) için zaman kavramı diye bir şey söz konusu olmadığı için bir mahluğu yaratmadan önce onun ne yapacağını, neler işleyeceğini bilir. İşte Allah bu ilmiyle insanların ileride neler yapacağını bildiğinden onların cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduğunu daha onlar doğmadan yazdırır. Fakat Allah'ın bu yazdırması, kulların amelleri üzerinde mutlak zorlayıcılık manasına gelmez. Kul, amelleri kendi cüzi irade ve isteğinin doğrultusunda yapar, Allah'ın takdiri ise onun yapacağı amelleri önceden yazdırmasıdır.
2 - İnsanın rızkı ve ömrü daha o annesinin karnında iken yazılır. Bazı hadislerde, bir takım salih amelleri işleyenlerin rızıklarının veya ömürlerinin artacağı belirtilir. Bunun manası, verilen rızıkların bereketinin artırılarak adeta fazlaca rızıklandırılması, hastalık ya da buna benzer meşakkatlerle o kişinin mübtela kılınmamasıdır. Zira, hasta olarak yüz sene yaşayan insan, hastalık sebebiyle o yüz seneyi adeta yaşamamış gibidir. Fakat, Allah'ın bu hastalığı vermemesi veya kaldırmasıyla adeta ömrü uzamış gibi olur.
CENNETLİKLER-CEHENNEMLİKLER
VE TEKFİR
Ensardan bir kadın olan Ümmü Ala binti Haris (r.a)'dan rivayet edilmiştir: Ümmü Ala, Rasulullah (s.a.s)'e biat eden kadınlardan idi. Ümmü ala demiştir ki:
«Hicrette muhacirler kura ile ensar arasında taksim edilmişti. Bizim ailenin kısmetine de Osman b. Maz'un düşmüştü. Biz Osman'ı evimize konukladık. Fakat Osman bir süre sonra ölümüne sebep olan bir hastalığa yakalandı. Ölünce yıkandı ve kendi elbisesi ile kefenlendi. Sonra Rasulullah (s.a.s) cenazeye geldi. Ben cenazeyi överek:
«Ey Eba Saib! Cenab-ı Hak sana rahmet etsin. Senin hakkında bildiğim ve bu cemaate bildirmek istediğim şudur ki: Sen, Allah (c.c)'nun ahiret hayatında rahmetine nail olmuş bir kişisin» dedim. Bunun üzerine Rasulullah:
«Allah (c.c)'nun bu ölüye ikram ve inayet buyurduğunu nereden biliyorsun?» şeklindeki sorusuna cevaben ben de:
«Ya Rasulallah! Babam anam sana feda olsun. Allah bu imanlı, itaatkar kuluna ikram etmez de, ya kime ikram eder?» dedim. Bu defa da Rasulullah:
«Osman b. Maz'un ölmüştür. Ve Allah'a yemin ederim ki, ben de bu imanlı ölü için hayır ve saadet umarım. Yine Allah'a yemin ederim ki, ben Allah'ın bir rasulü iken bile bana ve size yarın Allah tarafından ne muamele edileceğini bilemem» buyurdu. Ümmü Ala demiştir ki:
«Vallahi bundan sonra ben, kimseyi övmeye cesaret edemedim.»
(Buhari-Müslim)
HADİSTEN NE İSTİFADE EDERİZ
-Gerek Kur'an'da ve gerekse hadislerde, bazı kimselerin cennetlik olduğu bildirilmiştir. Bunlar hakkında cennette olduklarına dair şehadet etmemiz gerekir. Fakat, mü'min de olsa sahih bir rivayet olmaksızın, bir kişinin cennetlik olduğunu söylememiz asla doğru olmaz. Ancak iyi bir insan olduğunu vurgular, iyi amellerini zikredebiliriz. Övgüde aşın gitmek hata olabileceği için, en hayırlı metod; gördüklerini duyduklarını söyleyip: «Allah en iyi bilir» demektir, insanlar zahiri durumuna, sözlerine ve amellerine göre mü'min veya kafir olarak isimlendirilir. Fakat onlar hakkında cennetliktir veya cehennemliktir denilmez. Allah ise insanları kalplerine göre mü'min veya kafir olarak isimlendirmiştir. Çünkü kalpleri ve gaybi sadece Allah bilir.
Kur'an'ı Kerim veya hadis-i şeriflerde cennetlik veya cehennemlik oldukları bildirilen kişilerin cennetlik veya cehennemlik olduklarına şehadet edilmesi gerekir. Bunun dışındaki kişiler hakkında cennetlik veya cehennemliktir denilmez. Sadece: «Bütün kafirler cehennemliktir, bütün mü'minler cennetliktir» denir.
MUSKA VE NAZARLIKLAR
Ebu Beşir el-Ensari (r.a)'den şöyle demiştir: «Rasulullah (s.a.s) ile bir yolculuğunda beraberdim. Gördüğü her devenin, boynunda bulunan halka, boncuk veya bunun gibi ne bulunursa koparması için elçi gönderdi.»
(Buhari-Müslim).
Aişe (r.a)'dan rivayete göre: «Rasulullah (s.a.s) göz değmesine karşı okunmasını bana emretti.»
(Buhari)
Aişe (r.a)'dan: «Rasulullah (s.a.s)'in her zehirli hayvanın zehirine karşı okuyup üflemeye izin verdi» dediği rivayet olunmuştur.
Buhari)
HADİSLERDEN NE İSTİFADE EDERİZ
-Nazardan korunmak için takılan takılar, hastalığı uzaklaştırmak veya iyileştirmek için yapılan bir takım sihri şeyler, muskalar, karı-kocanın arasındaki sevgiyi artırmak için yapılan sihri her şey, doğrudan doğruya fayda verebileceklerine veya insanlardan bir zararı uzaklaştırabileceklerine inanılarak takılırsa büyük şirklerdendir ve sahibini dinden çıkarır. Fakat bunları takanlar Allah’ın izniyle kendilerine fayda vereceğine veya zararı defedeceğine inanırlarsa büyük haramlardan daha haram olan küçük şirk işlemiş olurlar. Ancak, nazardan veya hastalıktan korunma veya şifa niyetiyle Kur’an-ı Kerim okumak ve üflemek caizdir, sünnettir. Kur’an ayetlerinin veya hadisi şeriflerin yazılıp muska şeklinde kişinin üzerinde bulundurulması bazı sahabelerce caiz görülmüşse de bazıları haramlılığına hükmetmişlerdir. Abdullah b. Mes’ud (r.a) caiz görmeyen sahabelerdendir.
ALLAH'A GÜVENMEK
İbn-i Abbas (r.a)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.s) buyurdu ki:
«Bana bütün ümmetler arzolunup gösterildi. Bazı nebiler yanlarında onar, yirmişer, otuzar, kırkar ümmetleriyle beraber, bazıları da yanında bir ümmeti bile olmaksızın önümden geçmeye başladılar. En son uzaktan büyük bir karartı gösterildi. Bu karartı nedir? Bu benim ümmetim midir? diye sordum. «Bu Musa (a.s)’ın kavmidir» diye cevap verildi. Sonra bana: «Ufka bak» denildi. Bakınca ufku dolduran büyük bir karartı gördüm. Sonra bana: «Gök ufuklarının şurasına ve bu tarafına da bak!» denildi. Bir de ne göreyim. Büyük bir karartı baştan başa ufku kaplamıştı. Bana:
«Bu senin ümmetindir. Bunlardan yetmiş bin kişi hesaba çekilmeksizin cennete girecektir» denildi.
Rasulullah (s.a.s) (bu hitabesinden) sonra (odasına) girdi ve (hesaba çekilmeden cennete gireceklerin sıfatlan hakkında) mecliste bulunanlara birşey söylemedi. Artık meclistekiler dağıldı. (ve şöyle tartışıyorlardı): «Biz, cennete hesapsız gireceğiz.» Yahut: «O bahtiyarlar evlatlarımızdır. Onlar İslam toplumu içinde doğmuşlardır. Biz de cahiliyyet devrinde doğduk diyorlardı. Bu tartışma Rasulullah’a erişmekle hemen odasından çıkıp:
«Cennete hesapsız girecek mü’minler rukya yapmayanlar, uğursuzluğa inanmayanlar, şifanın (Allah’tan olduğuna inanıp) dağlamaktan olduğuna inanmayanlar ve her hususta AIlah’a tevekkül edenlerdir» buyurdu.
Bunun üzerine Ukkaşe İbn-i Mihsan:
«Ya Rasulallah! Ben onlardan mıyım?» diye sordu. Rasulullah (s.a.s): «Evet onlardansın» buyurdu. Sonra birisi ayağa kalkarak: «Ben onlardan mıyım?» dedi. Rasulullah:
«Bu hususta Ukkaşe senden öne geçti.» buyurdu.
(Buhari)
HADİSTEN NE İSTİFADE EDERİZ
1- Davaların ve inançların doğruluğu o davayı ya da inancı taşıyanların çokluğuyla ölçülemez. Zira, Allah’ın hak davasını anlatan nice nebiler gelmişti ki onlara tabi olanların sayısı bazen bir kaç kişi oluyor, bazen de hiçkimse o rasule inanmıyordu. Nitekim her dönemde tevhid inancına sahip olanların ve bunu bir dava edinenlerin sayısı inanmayanların sayısının yanında daima az kalmıştır.
2- Ayet ve hadisten alınan dualarla yapılan veya içinde şirk veya haramı gerektiren birşey bulunmayan muskalar müstesna herhangi bir muska takmak, herhangi bir varlığın uğursuzluğuna inanmak; şifa kaynağının doğrudan doğruya ilacın kendisi olduğuna itikad etmek, gerçek bir mü’minde bulunmaması gerekli özelliklerdir.
BATIL İNANÇLAR
Ebu Hureyre (r.a)’den Rasulullah (s.a.s)’in şöy’le dediği rivayet edilmiştir:
«Adva,Tıyara,Hama,Safara diye bir şey yoktur. » (Buhari-Müslim)
HADİSTEN NE İSTİFADE EDERİZ
-Adva:Sağlam bir kişiye bir hasta aracılığıyla hastalığının bulaşmasıdır.Rasulullah’ın böyle bir şeyin olmadığını söylemesinin sebebi doğrudan doğruya o hasta kişi yüzünden hasta olduğuna değil de Allah’ın dilemesi sonucu bu hasta kişiden hastalık bulaştığına inanmanın gerekliliğini belirtmektir. Zira," İslam inancında hastalığın doğrudan doğruya bulaşması yoktur. Her şey Allah'ın izni ve dilemesiyle olur. Bununla beraber islam insanların salgın hastalık olan yerlerden uzak durmak suretiyle tedbir almalarını ve Allah'a tevekkül etmelerini emretmiştir.
Tıyara: Uğura ve uğursuzluğa inanmaktır.
Hama: Kan davalarında öç ve intikam almak için uydurulmuş bir takım efsanelere inanmaktır, islam bunu kesinlikle yasaklar. Cahil arapların inançlarına göre öldürülen bir kimsenin kanından, kemiğinden veya ruhundan kuşlar -bilhassa baykuşlar- türeyerek, ölünün intikamını alıncaya dek bağırırlar. Bu yüzden ölen kimsenin yakınları ölüyü rahat ettirmek için intikamını almak zorunda olduklarına inanırlardı.
Safara: Sefer ayının uğursuz olduğuna inanmaktır.
Uğursuzluk din veya dünya ile ilgili hayırlı iş yapmaya niyet edildiğinde sevilmeyen bir şey görüldüğü veya duyulduğu zaman bunun kalbe etki ederek, niyet edilen işten vazgeçirmesi veya kalbte bir üzüntü meydana getirmesidir. Bir iş yapmaya niyet edildiğinde kötü bir şey görmek veya duymak suretiyle bunu uğursuzluk sayıp yapacağı işten vazgeçmek vazgeçmeyip kalben üzüntü duymaktan daha haramdır ve apaçık bir şirktir.
|
Bugün 15 ziyaretçi kardeşimiz ile umuda kapı araladık
|
|
"Kalpler ancak Allah'ı anmakla mutmain olur."
(rad 28) |
|